Ekonomik bağımsızlıklarını kazanmak ve var olmak için tüm güçleriyle çalışan Afro – Amerikalılar; kiliselerde, sivil toplum kuruluşlarında, kardeşlik cemiyetlerinde, mahalle kulüplerinde, sosyal derneklerde, spor etkinlikleri ve kültür sanat faaliyetlerinde bir araya gelerek rahatlıyorlar, dertleşiyorlar, ortak geçmişlerini ve mücadelelerini, kimliklerini, gelenekleri yaşatmak ve birbirlerine destek olmak için bir araya geliyorlardı.
Bu toplanma yerlerinden kiliseler ve mahalle kulüpleri, kültür – sanat ve zanaat faaliyetlerinin merkezi haline geldi. Şarkılar söylediler, tiyatro oyunları sergilediler, şiir dinletileri ve sanat sergileri düzenlediler, edebiyat üzerine tartışmalar yaptılar. Atölyelerde; kırkyama yorganlar diktiler, pamuk ve yün dokudular, doğal boyalarla farklı teknikler kullanarak kumaşları boyadılar. Kısacası, sanat ve zanaat faaliyetleriyle sosyal hayata tutundular ve fark yarattılar. Kilise ve mahalle kulüplerinde şekillenen sanat ortamı, yalnızca dayanışmanın değil, sanatın özgün formlarda filizlendiği bir zemin haline geldi.
Sanatın hayat bulduğu mahalle kulüpleri aynı zamanda acının, hüznün ve isyanın sesi olan Blues’ un evrilmeye devam ettiği yerdi.
Chicago’ya yerleşen Siyahi Amerikalılar, dans etmek, eğlenmek ve enerjilerini atmak için mahalle kulüplerine ve dans salonlarına giderlerdi.
Geniş salonlarda, yüksek tavanlardan sarkan lambalardan yayılan loş sarı ışık yayılıyor, kızıl kahve perdeler, eskimiş aynalar ve koyu renkli ahşap barlarda tüy şapkalı, tüvit elbiseli kadınlarla takım elbiseli erkekler sohbet ediyor, sigara içiyor, gülüşüyorlar…
Duvarlarda düzenlenen konserlerin, şiir gecelerinin, dans gecelerin afişleri var, hareket eden ayakların sesi tahta pistten yayılıyor, alanın en sonunda bir sahne… Ve müzik başlıyor.
Seni yakalayan ve hafifçe dans etmeni sağlayan bir ritim… Chicago Blues
Şehre ulaşınca elektriklenen Blues müziği, Chicago’da daha da sertleşti. Yaşamak için verilen çetin mücadeleler Blues’u bir kere daha dönüştürdü ve Chicago Blues’un doğuşuna yol açtı. Afro – Amerikan nüfusun ve işçi sınıfı yoğunluğunun diğer şehirlere kıyasla burada daha fazla olması, bu evrimin temelini oluşturdu. Blues müziği Chicago’nun kültürel dokusuna uyum sağlayarak kendi özgün formuna ulaştı.
Hızlı, enerjik, belirgin bir ritme sahip olan Chicago Blues; “Groove” dediğimiz insanı kıvrandıran ve dans ettiren bir ritimle öne çıkar. Duyulduğu anda insanı harekete geçirir, tempo tutturur. Riff veya solo olarak adlandırılan, sahnenin enstrümana bırakıldığı, ritmin duyguyla birleşip taştığı kısımları bu türün en belirgin özelliklerinden biridir. Açık armonik yapısı sayesinde melodiler adeta nefes alır ve her bir nota, dinleyicide ayrı bir tat bırakır.
Fakat müziğin önderi olan elektrik gitar, bir noktada sözü alır ve dans ettiren ritme “dur” der, acı çektiğini belirtir, isyan eder. Agresif ve güçlü tizleriyle dans ettiren ritim yerini isyan ettiren akorlara bırakır, çelişkili hislerle doldurur.
Chicago Blues’ta her bir enstrüman müziği farklı yönlere çekerek zıtlığın harmonisini ve direncin ritmini yaratır. Elektrikli bas gitar ve davulun ritmi sizi dans etmeye, tempo tutmaya zorlarken, elektrik gitarın güçlü ve tiz tonları gerçeği hatırlatır, hüzne gark eder. Siyahi bir işçi olduğunu hatırlatarak seni direnmeye çağırır aşkın, acının ve isyanın müziği…