ROCK MÜZİĞİN KÖKENLERİ: ŞEHİRLEŞEN BLUES (URBAN BLUES)
Hatırlayacağınız üzere, geçen hafta Rock müzik yolcuğuna köklerine inerek başlamıştık ve köle olarak çalıştırılmak üzere zorla Amerika’ya getirilen Afrikalıların, verimli topraklarda acının, hüznün, umudun müziği Blues’u nasıl ortaya çıkardıklarına değinmiştik. Bu haftaki yazımızda da Blues’un nasıl şehirleştiğini inceleyeceğiz.
Afrikalıların kölelik kaldırıldıktan sonra bile zorlu yaşamlarının devam etmesi, güneyde makineleşmenin başlaması ve kuzeyde işçi açığının ortaya çıkmasıyla Blues, Afro – Amerikalılarla birlikte kuzeye taşındı.
Gerçekleşen Büyük Göç ile birlikte Afro-Amerikalılar, güneydeki ağır yaşam koşullarından kurtulup daha iyi bir hayat umuduyla kuzeye göç ettiler. Ancak, güneyde maruz kaldıkları ayrımcılık ve ötekileştirme burada da farklı biçimlerde devam etti.
Konut ayrımcılığı yasaları, Jim Crow politikalarının kalıntıları, sendika engellemeleri ve cam tavan uygulamaları, siyah Amerikalıların toplumsal ve ekonomik ilerlemesini sınırladı. Maddi imkanları olsa bile, daha düşük yaşam standartlarında yaşamaya mecbur bırakıldılar.
İş hayatında ise düşük ücretlerle, sağlık güvencesi olmayan, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırıldılar. Çoğu zaman haftada 60 saatten fazla mesai yapmak zorunda kaldılar, buna rağmen terfi ettirilmediler ve daha iyi pozisyonlara erişimleri engellendi. Konut ayrımcılığı nedeniyle iş yerlerine uzak, bakımsız mahallelerde yaşamak zorunda kaldılar ve yetersiz toplu taşıma sistemlerine bağımlı hale geldiler.
Öte yandan, Klu Klux Klan ve ırkçı gruplar, siyah nüfusun yerleştiği mahallelerde terör estirdi. Evlerini yaktılar, tehdit mektupları gönderdiler, katliamlar gerçekleştirdiler ve toplumsal boykotlarla ekonomik baskı kurdular. Tüm bu zorluklara rağmen, Afro-Amerikalılar hem şehir hayatına hem de kültürel miraslarına tutunarak direndiler.
“Bu dönemde yaşanan olaylarla birlikte Blues’un temaları da genişledi. Acı, hüzün ve umudun yanına adaletsizlik, alkol, işçi sınıfının mücadelesi, yalnızlık ve şehir hayatı eklendi. Yaşanan toplumsal eşitsizlikler, ırksal ayrımcılık ve ağır çalışma şartları müziğin ritmine de yansıdı; gitarlar daha agresif bir tını kazandı, derin bas notalar öne çıktı, tempolar ağırlaştı, vokaller sertleşti ve eko kullanımı yaygınlaştı. Artık Blues sadece hüzünden ibaret değildi-öfke, isyan ve başkaldırı da bu müziğin ruhuna işlemişti.
Kırsalın sessizliğinde ve sade ortamında yalnızca gitar ve vokal ile duygularını ifade eden müzisyenler, şehir hayatının kalabalığı ve gürültüsü içinde seslerini duyurabilmek için yeni enstrümanlar ve teknolojiler kullanmaya başladılar.
Kırsal Blues, genellikle küçük topluluklara ve bireysel performanslara dayanıyordu. Çiftliklerde, köy meydanlarında, tarlalarda gitar çalıp şarkı söyleyen müzisyenler, genellikle küçük gruplar veya solo performanslarla yetiniyordu. Bu ortamların sessiz olması, akustik gitar ve vokalin rahatça duyulmasını sağlıyordu.
Ancak, kırsaldan şehre geçişle birlikte şehir hayatının yoğunluğu ve gürültüsü müziğin duyulmasını zorlaştırdı. Bu nedenle müziği güçlendirmek için daha fazla enstrümana ihtiyaç duyuldu. Kontrbas, Piyano, Davul ve üflemeli çalgılar kullanılmaya başlandı, ancak bunlar sesin geniş alanlarda duyulmasını tam olarak sağlayamıyordu. Gerçek değişim, sesin yükseltilmesini ve daha güçlü duyulmasını mümkün kılan teknolojilerle geldi. Akustik gitar ve kontrbas, yerini elektrikli gitar ve elektrikli bas gitara bırakırken, vokaller ve enstrümanlar mikrofon ve amplifikasyon sayesinde daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı.
Blues artık sadece küçük topluluklarda değil, barlarda, kulüplerde ve büyük dans salonlarında yankılanıyordu. Onun acı çığlığı şehir hayatının gürültüsüne karşı kendini duyurmayı başarmıştı artık.
*1910-1970 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen Afrikalı – Amerikalıların daha iyi yaşam şartları sürdürebilmek için gerçekleştirdikleri göçe verilen isimdir. Daha fazla detay için aşağıdaki linki inceleyebilirsiniz.
KAYNAKÇA: