ROCK MÜZİĞİN KÖKENLERİNE YOLCULUK: DEĞİŞİM RÜZGARLARI
“Bizim savaşımız sadece Almanlarla değil… Bizim savaşımız Mississippi ile de.”
— Bir Afro-Amerikalı asker, 1944
Geçtiğimiz haftalarda, Büyük Göç zamanında Chicago’ya taşınan Afro – Amerikalıların tarih sahnesinin ışıklarını nasıl değiştirdiğine tanık olduk. Bir yandan çalışırken karşılaştıkları ayrımcılığa karşı direndiler, kendi sendikalarını kurdular, ulusal sendikalara kabul edildiler ve en sonunda ayrımcılığın yasalarla yasaklanmasına uzanan bu mücadelelerine şahit olduk. Öte yandan, sınırlı bir yaşamalanına hapsolmuş olsalar da gettolarda kurdukları dünyada farklı kültürleri özümseyerek evrensel bir kültürel zenginlik sağladılar.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ayrımcılık daha sürerken, dünya Birinci Dünya Savaşı’nın artçı sarsıntılarıyla sarsılıyordu. Almanya, Versay Antlaşması’nın ağır şartlarıyla baskı altına alınmış; Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu, Avusturya – Macaristan parçalanmış, yerini birden fazla yeni devlete bırakmıştı. Bulgaristan ise İtilaf Devletleri tarafından kıskaca alınmış, etkisizleştirilmişti. Dünya dönüyor, peşinden değişimin rüzgarlarını sürüklüyordu.
Değişim rüzgarları dünyayı kucaklarken fırtına koptu; daha fazla baskıya dayanamayan Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı. Almanya’ya katılan Japonya ve İtalya, kendi ideallerini dünyaya yaymak uğruna fırtınayı kasırgaya dönüştürdüler.
Ancak idealler, çıkarlarla kesişiyordu. Japonya Doğu Asya’daki ülkeleri tek bir çatı altında toplayarak Asya’yı Batı sömürgeciliğinden kurtarmayı hayal ederken; ABD ise Çin üzerinde ekonomik üstünlük kurarak onu kendisine bağımlı hale getirmek istiyordu. Japonya, Çin’i işgal edince, ABD bunu çıkarlarına aykırı gördü ve Japonya’ya ambargo uyguladı. Ambargo sonucu kaynak sıkıntısı çeken Japonya, 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor limanındaki ABD donanmasına saldırdı. Saldırıyı sineye çekemeyen ABD ise Japonya’ya savaş ilan ederek İkinci Dünya Savaşı’na girdi.
Artık resmen Amerika vatandaşı olan Afro – Amerikalılar, İkinci Dünya Savaşı’naülkeleri adına katıldılar. Ancak onlar için hala birçok şey yerli yerinde değildi. Cephede Amerika için savaşırken, kendi topraklarında ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı–ve bu ayrımcılık, savaşta dahi yakalarını bırakamadı. Başlangıçta, askere alınmaları dahi istenmemişti. Fakat savaş uzayıp insan gücü açığı büyüyünce, mecburen orduya kabul edildiler. Önce yalnızca hizmet kadrolarında, ayrılmış birliklerde ve önemsiz görünen destek görevlerinde yer aldılar; çünkü savaşta işe yaramayacaklarına inanılıyordu. Ancak cephede ihtiyaç arttıkça,ön saflarda beyazlarla birlikte görev almaya başladılar. Amerikan halkının önyargılarının aksine, savaşta büyük başarılar kazandılar ve tarihin seyrini değiştirdiler.
Cephede başka milletlerin özgürlüğü için savaşan Afro-Amerikalılar, kendi ülkelerinde hâlâ ayrımcılığa maruz kalıyorlardı. Bunun doğru ve adil olmadığını düşünen Afro-Amerikalılar, “Eğer dışarıdaki düşmana karşı savaşıyorsak, içimizdeki ayrımcılığa karşı da savaşmalıyız. Cephedeki her zafer, ülkedeki bir değişimi tetiklemeli,” diyerek harekete geçtiler ve “Çifte Zafer” kampanyasını başlattılar.
Bu mücadele savaş bittikten sonra da devam etti ve sivil haklar harekâtına ve jumpblues’un varlığına öncülük etti.